Aşık Veysel Şatıroğlu Kimdir?

Herhangi bir filtre seçin ve sonuçları görmek için Uygula'ya tıklayın

Aşık Veysel Şatıroğlu Kimdir?

Aşık Veysel Şatıroğlu (1894–1973)

Aşık Veysel Şatıroğlu,1894’te Sivas’ın şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan Köyü’nde dünyaya geldi. Veysel’in ailesine yörede “Şatıroğulları” derlerdi. Babası “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Ali adında bir ağabeyisi ve Elif adında bir kızkardeşi varmış Veysel’in. Aşık Veysel Dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır.

Yedi yaşına girdiği 1901’de Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatıyor: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım...Çiçek zorlu geldi.Sol gözüme çiçek beyi çıktı.Sağ gözüme de,solun zorundan olacak,perde indi.O gün bu gündür dünya başıma zindan.”

Bu düşme Veysel’in belleğine bir de renk işler: kırmızı. Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık olur, kanar. Bunu, eşi Gülizar Ana şöyle anlatıyor: “Bilinmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı... Yeşili de elleriyle bulur ve severdi.”

Sağ gözünün görme şansı varmış, ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle o sıralar. Yalnız yakınlardaki Akdağmağdeni’nde doktor varmış. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür,orada gözünü açacak bir doktor var” demişler. Babası bu habere çok sevinmiş ama şanssızlık garibin yakasını bırakmamış. “Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece.”

Tüm aile çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüş bu hâle. Gittikçe içine kapanmaktadır Veysel. Emlek yöresi olarak adlandırılan Sivas’ın bu âşığı (ozanı) bol diyarında, Veysel’in babası da şiire meraklıdır. Veysel’in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup ezberleterek avutmağa çalışır oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylermiş. Merakla dinlermiş bunları Veysel.

Aşık Veysel'in hayatındaki önemli olaylardan diğeri de seferberlik zamanında yaşadıklarıdır. Ağabeyi Ali ve arkadaşları seferberliğe çağırıldığında Veysel hepten karanlığa bürünmüştür. Bu karanlık yalnızlıktan ziyade vatani borcunu ödeyememe düşüncesinin verdiği ızdıraptır. Bunu dizelerine şu şekilde yansıtmıştır;

“Ne yazık ki bana olmadı kısmet

Düşmanı denize dökerken millet

Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet

Kılıç vurmak için düşman başına.

Bugünler müyesser olsaydı bana

Minnet etmez idim bir kaşık kana

Mukadder harici gelmez meydana

Neler geldi bu Veysel’in başına.”

Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle Veysel’i Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar. Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in. Oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor... Veysel’in acıları bununla da bitmiyor; aksilikler, talihsizlikler üst üste gelmeye başlıyor.1921’in 24 Şubat’ında annesi bir gün ondan 18 ay sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Köye de birçok âşık gelip gitmekte, Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler. Köy odalarındaki bu âşık fasıllarından Veysel de geri kalmamaktadır.

Ağabeysi Ali’nin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere bakması için bir azap (hizmetkar) tutuyorlar. Bu hizmetkar ileride Veysel’in bağrında açılacak başka yaranın sebebi olacaktır. Bir gün Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali de keven toplamakta iken, Veysel’in ilk eşi olan Esma’yı kandırarak kaçırıyor bu yanaşma. Veysel’in acılı yaşamına bir acı daha ekleniyor böylece. Karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel’in kucağında henüz altı aylık kızı varmış. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel onu, ne çare o da yaşamamış. Bir şiirinde dile getirdiği gibi:

 “Talih çile kadar sözü bir etmiş,

Her nereye gitsem gezer peşimde.”

 Bin katmerli acılar silsilesi kısacası.

 “O artık alemden, bu diyardan uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh haleti içindedir.1928’de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana’ya gitmeye karar veriyorlar. Fakat Sivas’ın Karaçayır köyünde Deli Süleyman isminde birisi âşığı bu ilk seyahatinden vazgeçiriyor. Veysel’i dinleyelim:

“Bu adam, saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim, ‘ah kirve, çoluk çocuk ağlaşıyor, gel gitme’ diye elime ayağıma düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyorum vesselam diye bu seyahatten vazgeçtim.”

Veysel’in köyünden ilk ayrılışı şöyledir: Zara’nın Barzan Baleni köyünden Kasım adında birisi Veysel’i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşıyorlar. Kendisini Adana’ya göndermeyen Deli Süleyman, Sivas’lı Kalaycı Hüseyin, Veysel’e yol arkadaşlığı ediyorlar. Dönüşte Veysel, Hafik’in Yalıncak köyüne ve Zara’nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz alıyor; Sivas’tan Sivrialan’a dönerlerken arkadaşları bir “üç kağıtçı” grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybediyorlar. Arkadaşları Veysel’in 9 lirasını da alarak kumara veriyorlar. Veysel bu hadiseden bir müddet sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evleniyor.”

Kendini de iyice saza vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla, Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok Veysel’i. Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dertli, Rühsati gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece.

Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitülerinde saz öğretmenliği yapıyor. Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor.

1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel’e, ana dilimize ve millî birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü beş yüz lira aylık bağlanmıştır.

21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30’da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu.

Âşık Veysel’in yaşamını özetlemek gerekirse, Erdoğan Alkan’ın şu betimlemesi en güzel cümleleri oluşturur: “Kızılırmak soru işaretine benzer, Zara’dan doğar, Hafik ve Şarkışla’dan sonra Sivas topraklarını terkeder. Bir yay çizip Kayseri’yi, Nevşehir’i, Kırşehir’i, Ankara’yı ve Çorum’u sular, Samsun’un Bafra ilçesinde denize dökülür, Âşık Veysel’in yaşam öyküsü Kızılırmak gibidir. Bir ucu Bafra’dadır, bir ucu da Zara’da. Bafra’ya dek uzanan acılı bir yaşam Zara’nın doğusundaki Kızıldağ’ın gür sularıyla beslenip sona erer.”

En güzel şiirlerinden bazılarını ölümünden hemen önce yazdı. şimdi Şarkışla’da her yıl adına bir şenlik yapılır. Türkçesi yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Tekniği gösterişsiz ve nerdeyse kusursuzdur. Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de vardır. Şiirleri, Deyişler (1944), Sazımdan Sesler (1950), Dostlar Beni Hatırlasın (1970) isimli kitaplarında toplandı. Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984) adıyla eserleri tekrar yayınlandı.


Kaynak:

İstanbul Avni Akyol Güzel Sanatlar Lisesi İnternet Sitesi

aregem.ktb.gov.tr/tr-12798/asik-veysel-satiroglu-18941973.html, Erişim: 04.05.2021 - 00:43

Rastgele Parça

Gün akşama döndü gülüm bir selam sal sabah olsun

Gökte bulut yandı gülüm bir selam sal sabah olsun
Bir selam sal güneş doğsun,bir selam sal (yüzüm gülsün)x2

İnce ince eğir beni sev yeniden doğur beni

Ta yürekten çağır beni bir selam sal sabah olsun
Bir selam sal güneş doğsun,bir selam sal (yüzüm gülsün)x2

Benim türküm başka türkü söylüyorum aşka türkü

Yitirmişim evi barkı bir selam sal sabah olsun
Bir selam sal güneş doğsun,bir selam sal (yüzüm gülsün)x2